Vekâlet sözleşmesinin amacı, iş görme olmakla beraber, konusunu insan emeği veya faaliyetleri oluşturmaktadır. Bir yapmama (kaçınma) edimi veya haksız fiil niteliğindeki maddi fiiller vekâlet sözleşmesinin oluşmasını engelleyecektir. Borçlar Kanunu’muz 386-398. maddeleri arasında adi vekâleti düzenlemektedir. Takip eden maddelerde ise vekâletin diğer türleri olan itibar mektubu, itibar emri ve tellallık (simsarlık) ele alınmaktadır.
Vekâlet sözleşmesinin geçerli olması için, konusunun mümkün olmasıyla beraber hukuka ve ahlaka da uygunluğu gerekmektedir. Vekâlet sözleşmesi icabın karşı tarafça kabul edilmesiyle meydana gelmektedir. Fakat 387. maddede şu husus belirtilmektedir; “vekilin resmi bir sıfata sahip olduğu veya mesleğin icrasına girdiği veya hizmetlerini aleni olarak arz ettiği durumda vekâlet hemen bir ret vaki olmadığı takdirde kabul edilmiş sayılır.” Bu hüküm uyarınca avukatlar, noterler ve doktorlar gibi meslek grupları kendilerine yöneltilen icabı derhal reddetmedikleri takdirde, vekâlet sözleşmesi kurulmuş olacaktır. Sözleşmenin vuku bulmasıyla, vekil kendisine verilen işleri ya da hizmetleri akit uyarınca görme borcu altına girer (m.386/1).
Vekâletin kapsamı öncelikle sözleşmeden ve müvekkilin talimatlarından anlaşılmaktadır. Vekâletin kapsamı bu şekilde ayırt edilemiyorsa, ilişkili olduğu işin mahiyeti ile belirlenir. Bu durumda vekil, iş görmenin konusu, işin niteliği, iş görme ile varmak istenen amaç, olayın özellikleri ve bu konudaki teamülleri göz önünde tutabilecektir. Müvekkil daha sonra vereceği talimatlarla kapsamı belirlenen vekâleti genişletme ve daraltma imkânına sahiptir. Vekâlet sözleşmesi taahhüt edilen işin ifası için zorunlu hukuki muameleleri yapma yetkisini de içermektedir. Fakat bazı önemli işlemler için vekilin özel yetkiye sahip olması aranmaktadır.
Kanunda özel yetki gerektiren işlemler sıralanmaktadır. Dava açmak, sulh olmak, tahkime gitmek, kambiyo taahhüdünde bulunmak, bağışlama yapmak, gayrimenkul temliki ve gayrimenkul üzerinde hak ihdası işlemleri için vekile özel yetki tayini gerekmektedir. Özel düzenlemelerde özel yetki aranması, sadece müvekkili korumak amacına hizmet etmeyip, vekil ile hukuki ilişkide olan üçüncü kişileri de etkilemektedir. Vekâletin kapsamına kanuni bir sınırlama getiren bu sayma işlemi, örnek gösterme gibi değil, sınırlı sayma (tahdidi) olarak kabul edilmelidir.
Vekilin Borçları ve Sorumluluğu
Yargıtay kararında (E:2004/14912 K:2005/715) da belirtildiği üzere vekâlet sözleşmesi büyük oranda tarafların karşılıklı güvenine dayanmaktadır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan doğmakta ve vekil tayin edenin yararına ve iradesine uygun davranışta bulunmayı gerektirmektedir. Sadakat ve özen borcu vekilin ilk sırada gelen borcu olarak kabul edilmiş ve 390. maddenin 2. fıkrasında yer verilmiştir. Buna dayanarak vekil, müvekkilin zararına olacak davranışlardan kaçınma yükümlülüğünde olduğu gibi, müvekkilin yararı ile bağdaşmayan işlemler dolayısı ile 390. maddenin 1. fıkrası uyarınca sorumlu tutulacaktır. Ayrıca işin görülmesi ve yönetilmesi esnasında ihmal ve dikkatsizlikle müvekkile verilen zararlar dolayısı ile de sorumluluğu gündeme gelecektir. Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilememesinden değil, sonuca erişmek için yaptığı faaliyetlerin özenle görülmemesinden sorumlu olacaktır.
Vekilin özen yükümlülüğü işin ifası ile ortadan kalkmaktadır. Fakat sadakat yükümlülüğü ve bu sadakat yükümlülüğünden doğan sır saklama borcu vekâletin sona ermesinden sonra da devam etmektedir. Borçlar Kanunu’nda vekilin sır saklama borcuna ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Fakat karşılıklı güven ilişkisinin bir sonucu olarak, vekil, vekâletin icrası dolayısıyla öğrenilen müvekkile ait sırları saklamakla yükümlüdür. Vekilin aykırı davranışları ile müvekkiline zarar vermesi durumunda m.398 gereği sorumluluğu doğacaktır. Sadakat borcunun gereği olan bilgilendirme borcunu ve işin görülmesiyle ilgili tavsiyelerde bulunma borcunu da vekil üstlenmiş kabul edilmektedir.
Kural olarak vekil taahhüt ettiği işi bizzat yapmak zorunda olup, bu işi başkasına gördüremez. Bu durum vekâlette güven unsurunun taşıdığı önemden kaynaklanmaktadır. Ancak, müvekkilin işin başkasına gördürülmesine izin verdiği veya durumun gereğine göre buna zorunluluk olduğu ya da örf ve adet elverdiği takdirde, vekil kendi yerine başkasını koyarak işi ona gördürebilir. Vekil, bazı işlerin ifasını yardımcı kişilere bırakabilir. Bu yardımcı kişilerin fiillerinden sorumluluğu BK. M. 100’e tabidir. Vekilin yerine başkasını koymasının diğer şekli ise ikame vekâlettir. İkame vekâlette, vekil müvekkil adına yaptığı bir sözleşme ile vekâletten doğan borçların ifasını başkasına bırakmaktadır. 391. maddenin 1. fıkrası uyarınca vekil yetkisi dışında ikame ettiği kimsenin fiillerinden, kendi fiilleri imiş gibi sorumlu olur. Aynı maddenin 2. fıkrası ise vekilin kendi yerine koyduğu kimseyi seçmekte ve ona talimat vermekte gerekli özen ve dikkati göstermemesinden de sorumlu tutulacağını bildirmektedir. Vekilin yerine geçecek kimseyi seçmek ve ona talimat vermekten sorumlu tutulmayacağına ilişkin bir şart sözleşmeye konulamaz. Böyle bir şart vekâletin niteliği ile bağdaşmamaktadır.
Vekilin yerine geçen kimse, bizzat vekilden beklenebilecek özeni göstermiş ve buna rağmen vekâletten arzu edilen sonuç ortaya çıkmamışsa, vekil sorumlu tutulamayacaktır.
Vekilin bir diğer borcu ise gördüğü işi müvekkilin iradesine ve talimatlarına uygun yapmaktır. Müvekkil talimat vermede mecbur olmadığı gibi bu hakkından kural olarak önceden feragat edememektedir. Verdiği talimat yerine getirilene kadar ondan vazgeçme veya değiştirme imkânına sahiptir. Talimat verme hakkı vekâlet sözleşmesinin sınırları içinde kullanılmalıdır. Tek taraflı talimatla sözleşmenin içeriği değiştirilemeyeceği gibi kapsamı da genişletilemez. Hukuka ve ahlaka aykırı olan talimatlar vekili bağlamayacaktır. Vekil bu şekilde olan talimatları yerine getirmediği için sorumlu tutulmayacaktır.
392. maddede vekilin hesap verme borcu düzenlenmektedir. Bu borç başkasına ait işin görülmesinden kaynaklanmaktadır. Müvekkilin işin nasıl icra edildiğini ve sonuçlandırıldığını bilmeye hakkı vardır. Bu bağlamda vekilin hesap verme borcu, bilgi verme yükümlülüğü olarak ortaya çıkmaktadır. 392. maddenin devamında vekilin, vekâlet ilişkisi çerçevesinde aldıklarını verme borcu düzenlenmektedir. Vekil fiilen elinde bulunanları müvekkiline vermekle yükümlüdür.
Müvekkilin Hak ve Borçları
Ücret ödeme borcu müvekkile düşen borçlardan biridir. Ücret ödeme borcunun gündeme gelebilmesi için sözleşmede ücret ödeneceği kararlaştırılmış olmalıdır ya da teamül gereği vekile ücret ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca vekilin, yaptığı masrafların ve verdiği avansların da faiziyle birlikte müvekkilce ödenmesi gerekmektedir (m.394/1). Bu borcun doğumu için her şeyden önce geçerli bir vekâlet sözleşmesinin varlığı veya başlangıçtaki vekâletsiz iş görmenin iş sahibinin icazetiyle vekâlet sözleşmesine dönüşmesi gerekmektedir. Arzu edilen sonuç elde edilmiş olmasa dahi müvekkil bu borcu ödemekle yükümlüdür. Vekil usul dışı yaptığı masrafları ise talep edemeyecektir.
394. madde vekilin yaptığı masrafların ve verdiği avansların müvekkilce ödenmesini öngörürken, vekile gerekli masraflar için avans isteme hakkı tanımış değildir. Bundan dolayı vekil kendi imkânlarıyla işin masraflarını karşılamanın riskini üzerine almak istememektedir. Bu durumda vekil ya müvekkil ile anlaşıp avans aldıktan sonra işin ifasına başlamak hususunda anlaşır ya da müvekkilin avans vermek istememesi ile vekâletten istifa eder. Sonuç böyle olunca avans isteme hakkı düzenlenmiş olmasa da varlığı kabul edilmektedir. Avukatlık Kanunu’nun 173. maddesi ise avukatın masrafları için müvekkilinden avans isteme hakkını açıkça öngörmektedir.
Müvekkilin bir başka borcu ise vekili, iş görmesi dolayısı ile üstlendiği borçtan kurtarmaktır. Müvekkil kazara meydana gelmiş zararlardan sorumlu tutulmayacaktır. Kusura dayanan bir zararın meydana gelmesinde, sorumluluktan kurtulmak isteyen müvekkil, kendi kusuru olmadan zararın meydana geldiğini ispat etmek zorundadır. Müvekkilin tazminat borcu, vekilin zarara uğradığı günden itibaren muaccellik kazanacaktır. Bu durum vekâletin ifasının tamamlanmış olmasına bağlı olmamakla beraber, tazminat borcuna faiz yürütülmesi de gerekmektedir.
Vekilin, birden fazla müvekkil için gördüğü işin konusu aynı ise veya müvekkillerin ortak bir menfaati söz konusu ise ve müvekkillerde işi birlikte gördürmek iradesi veya kanuni zorunluluğu bulunuyorsa, birden fazla müvekkil, vekile karşı sorumlu olacaktır. (BK. 395/1) Ölüm, ehliyetsizlik gibi nedenler müvekkiller arasındaki kişisel ilişkiyi sona erdirmedikçe birlikte vekâlet ilişkisi ve bunun sonucu meydana gelen müteselsil sorumluluk devam edecektir.
Vekâlet Sözleşmesinin Sona Ermesi
Sonuç olarak vekâlet sözleşmesi, diğer sözleşmeler gibi normal sona erme sebepleriyle ortadan kalkmaktadır. Borçlar Kanunu’muzun vekâlet sözleşmesi için öngördüğü özel sona erme sebeplerinden olan azil veya istifa sebebiyle de sona erebilir. Azil, vekâlet verenin tek taraflı irade açıklamasıyla sözleşmeyi feshetmesidir. Müvekkilin bu olanaktan yararlanabilmesi, önemli sebeplerin varlığını gerektirmediği gibi, belli bir feshi bildirme süresine bağlanmış da değildir. Ancak, müvekkil bu hakkını dürüstlük kuralına aykırı şekilde kullanamaz. Bu itibarladır ki, uygun olmayan bir zamanda vekili azlettiği takdirde, onun bu yüzden uğramış olduğu zararları gidermekle yükümlü olur (BK. m. 396/II).
İstifa ise vekilin tek taraflı bir irade açıklamasıyla sözleşmeyi feshetmesidir. Bunun için de önemli sebeplere dayanmak veya belli bir feshi bildirme süresine uymak zorunluluğu yoktur. Vekil de müvekkilin azil yetkisinde olduğu gibi uygun olmayan bir zamanda istifa ederek müvekkili zor durumda bırakırsa, müvekkilin bu yüzden uğradığı zararları gidermekle yükümlü olur (BK. m. 396/II). Vekâlet sözleşmesi, sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça, vekilin veya müvekkilin ölümü, iflas etmesi ve ehliyetini kaybetmesi hallerinde de sona erer (BK. m. 397/I) Ancak sözleşmede aksi kararlaştırılmış ise yahut işin niteliği devam etmeyi gerektiriyorsa sözleşme devam edecektir.
*Bu makale, alıntıdır.